Hannah Arendt’in şu sorusu, insanlık adına bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor:
“İnsanlar dürtülmedikçe ve başkalarının acı çektiklerini gördüklerinde, tabiri caizse, kendi acıları tarafından zorlanmadıkça, insanca hareket edemeyecek kadar pespaye mi olmalı?”
Evet, pespayelik! Bugün dünyanın dört bir yanında zulüm var, haksızlık var, yoksulluk var. Ve ne yapıyoruz? Hiçbir şey! Görmezden geliyor, sustukça köreliyoruz. Duyarsızlık, toplumun damarlarına işliyor, ahlaki çöküş içimizi çürütüyor. Kendi konfor alanlarımızda oturup başkasının acısını uzaktan seyrediyoruz. Ta ki o acı gelip bizim kapımıza dayanana kadar…
“Sessiz kalmak, zulmün en kibar ortaklığıdır.”
Çetin AY
Arendt’in sözünü ettiği “dürtü” tam da bu: İnsan, ancak kendi yarasına dokunduğunda harekete geçiyor. Peki, bu mudur insanlık? Başkasının çığlığına sağır, başkasının gözyaşına kör olmak; bu kadar mı küçüldük? Kendi vicdanını uyandırmayan, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyenler, o yılan bir gün sizi de saracak, o gün geldiğinde çok geç olacak.
Dünyayı daha yaşanmaz hale getiren şey sadece zalimler değil, o zalimlere sessiz kalan, üç maymunu oynayan kalabalıklardır. Sessiz kalmak, suça ortak olmaktır. Görmezden gelmek, vicdanını pazara çıkarmaktır. Eğer bu dünyada insan kalmak istiyorsak, önce kendi insanlığımızla yüzleşmek zorundayız.
Karanlık zamanlarda insanlık sınavı verilir. Sessiz kalmak, zalimin eline su taşımaktır. Arendt’in dediği gibi, “insan” olmak, acıya karşı harekete geçmekle başlar. İnsanlık onuru, başkasının derdine sahip çıkmakta gizlidir. Yoksa ne farkımız kalır taşlaşmış kalplerden?
Artık soruyu kendimize sormanın vakti geldi: Pespaye mi olacağız, yoksa insan kalabilmek için mücadele mi edeceğiz?
“Korkaklık kötülüğün ömrünü uzatır.”
Çetin AY
“İnsanlık, acıya dokununca değil; başkasının acısını hissedince başlar.”
Çetin AY
Saygıyla
Çetin Ay