Gazetecilik, bir toplumun vicdanı, demokrasinin vazgeçilmez temelidir. Kalemini hakikatten yana kullanan bir gazetecinin düşünceleri, ifade özgürlüğünün güvencesi altındadır. Bugün gazeteci Özlem Gürses’in gözaltına alınması, sadece bireysel bir mesele değil, ifade hürriyeti açısından büyük bir tartışmanın kapılarını aralamaktadır.
Hepimiz biliyoruz ki; eleştiri, bir demokrasinin en doğal ve sağlıklı işleyişidir. Gazetecinin görevi, toplum adına sorgulamak, gözlemlemek ve düşüncelerini kamuoyu ile paylaşmaktır. Bu görev, bir ayrıcalık değil, topluma karşı duyulan sorumluluğun gereğidir.
Türk Ceza Kanunu çerçevesinde “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” gibi maddelerin, düşünce ve ifade özgürlüğü üzerinde baskı oluşturmayacak şekilde uygulanması hukuk devletinin en önemli göstergelerindendir. Yargı mekanizmasının, eleştirel düşünceyi suç saymak yerine, demokrasinin zenginliği olarak görmesi gerekir.
Unutulmamalıdır ki, bir düşünceye katılmamak veya eleştiriyle yüzleşmek, o düşüncenin suç sayılması anlamına gelmez. Her eleştiri, yeni bir pencere, yeni bir bakış açısıdır.
Gazeteci Özlem Gürses’in gözaltına alınması, toplumsal vicdanımızda haklı sorular uyandırmaktadır:
- Bir gazetecinin düşüncelerini açıklaması suç mudur?
- İfade özgürlüğü, hukukun kalkanı altında değil midir?
Demokratik toplumlarda özgür basın, devletin ve toplumun aynasıdır. Basının sesi kısıldığında, yalnızca bireyler değil, toplumun geleceği de zarar görür. Kalemi kırmak, hakikati gizlemez; aksine hakikatin peşinde olanları daha da cesaretlendirir.
Bu noktada beklentimiz; yargının, hakkaniyetle ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir tutum sergilemesidir. Basın özgürlüğü, demokrasimizin kırılgan değil, en güçlü yapı taşı olmalıdır.
“Sözün serbest olduğu yerde, hakikatin yolu daima açıktır.”
Toplumun sesi olan gazetecilerin, düşünce ve ifade özgürlüğü içinde görevlerini yerine getirebilmeleri, hepimizin ortak temennisidir. Çünkü hakikat, er ya da geç yolunu bulur.
ÇETİN AY