HAFIZANIN LABİRENTLERİNDE KAYBOLMAK..
UNUTMANIN SANATI VE HATIRLAMANIN CEHENNEMİ
İnsanın zihni, hatırlamanın cehennemine ve unutmanın huzuruna ev sahipliği yapan bir labirent gibidir.
Her an bir köşeden, çoktan geçtiğini sandığın bir anı fısıldayabilir. O anılar ki, seni her seferinde biraz daha içeri çeker ve zihnindeki yankılarla seni geçmişin gölgesine kilitler. Peki, neden bazı insanlar hatıralarını taşırken yorulur, bazıları ise onları birer hazine gibi korur?
UNUTMAK: ZAYIFLIK MI, SAVUNMA MEKANİZMASI MI?
Unutmak, genellikle zayıflık olarak görülür. Oysa unutmak, insan ruhunun en büyük savunma mekanizmalarından biridir.
Bilinç, bazen travmanın yükünü taşıyamaz ve unutmayı bir armağan olarak sunar.
Ancak burada paradoksal bir gerçek vardır:
İnsan, unuttuğunu hatırlamaktan asla kurtulamaz…!!!
HATIRLAMAK: BİR CEZA MI, HEDİYENİN TERS YÜZÜ MÜ..?
“Hesapsız unutulan hainlik, zamanın kuytusunda pusuya yatar; günü gelir, nefesini dizlerine çökertir.”
Hafızamız bizi biz yapan en temel unsurdur; geçmişimizi, ilişkilerimizi, kimliğimizi onun sayesinde tanırız. Ancak bu gücün bir bedeli vardır.
Tolstoy’un dediği gibi, sevdiğin ama geri döndüremeyeceğin birini hatırlamak, onu her defasında yeniden kaybetmek demektir.
Her hatırlama bir tür yeniden yaşama, her yeniden yaşama ise yeni bir kaybediştir. Hafızanın bu cezasını taşıyanlar için hatırlamak, bir hediye olmaktan çok uzak, ağır bir yük haline gelir.
UNUTMANIN SANATI
Unutmayı bir sanat olarak düşünebiliriz. Her sanat gibi, beceri ve çaba gerektirir.
Unutmak, acıyı bastırmak değil, onunla barışmanın bir yoludur. Hafızamızdaki yükleri boşaltmak için önce onları tanımamız, kabul etmemiz gerekir. Unutmanın sanatı, geçmişin izlerini silmek değil, onları birer ders olarak zihnin arka planına yerleştirmektir.
Bir anı unutulmazsa ne olur?
O anı, insanın geleceğine gölge düşürür. Hafızanın ağırlığı, sadece geçmişi değil, geleceği de ele geçirir.
Hatırlamak bir bağışıklık sistemi gibidir; bazen iyileştirir, bazen de insanın kendiyle savaşına dönüşür.
HATIRLAMAK VE UNUTMAK: İKİLİ BİR DANS
Hayat, hatırlamak ve unutmak arasında süregelen bir danstır.
İkisi de gereklidir, ama dengenin kaybı insanı zorlar.
- Çok hatırlamak, insanı geçmişin zincirlerine bağlar;
- Çok unutmak ise kimliksiz bir boşluğa sürükler.
İnsanın görevi, bu ikisi arasında bir denge kurmaktır.
Unutmanın bir huzur, hatırlamanın bir uyanış olduğu gerçeğiyle yüzleşmek gerek.
Çünkü unutmayı başaramayanlar, geçmişlerinde hapsolur; hatırlamayı başaramayanlar ise kimliklerini kaybeder.
İnsan, geçmişini anlamadan geleceğe yürüyemez; ama geçmişinde takılı kalırsa da geleceğini inşa edemez.
Unutmak bir kayboluş değil, bir yeniden doğuştur.
Hatırlamak bir acı değil, bir güç kaynağı olabilir.
Önemli olan, bu iki duyguyu nasıl yönetebileceğimizi öğrenmektir. Çünkü hayat, hatırladığımız kadar unutabildiğimizde güzelleşir.